Öykünün içine koyunca tüm acılar katlanılabilir hale geliyor* Demiş birileri. Ben de acılarımı öykülerin içine koymayı denedim. Sayfalarca yazdım bana bıraktığın acıları, yine de katlanamadım sensizliğe. Yokluğunun acısı bilindik acılardan değil çünkü. Yazdıkça azalacak, paylaştıkça yok olacak bir acı değil. Zamanla geçecek bir yara hiç değil. İnsanın içini buran, yüreğini acıtan, hayatını solduran bir acı sensizlik. Sensizlik hayatı bomboş hale getiren bir sessizlik.
Yazmasam çıldıracaktım**biliyordum, fakat yazdıkça da ağırlaşıyor içimde sancıların. Sensizliğin çıldırtan sessizliğine ilaç olmuyor hiç bir şey. Ne yazmak, ne yazmamak, ne ağlamak ne de kendini kandırmak, yaşamaya çalışmak sahte bir mutluluğu.
Yoksun işte tek gerçek bu.
Gidişinin acı gerçeği; ne şekilde söylersen söyle, ne şekilde yazarsan yaz; Terk etmek işte.
Terk ettin beni, beni ve içimdeki kırılgan sevgiyi. Fırtınalardan korumaya çalıştığım narin gelinciği. Paramparça ettin camdan yüreğimi. Şimdi kalbime ne zaman dokunsam elimde aşkının kesikleri...
Terk ettin işte, ömrümce doyamam dediğin gözlerimin yeşilini.
Yerle bir ettin, hiç bir şeye değişmem dediğin sevgimin değerini.
Terk ettin beni.
İşte gidişinin yazmakla tükenmeyen gerçekliği.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder