Hayat bazen özlemektir.
Küçük bir çocuk olsan bile, özlem yüreğe düşünce, elma şekerine bile küsmektir.
O sabah canı yatağından kalkmak istemedi. Kim öpse, öksürüyordu. "Dokunmayın bana bundan sonra, kim dokunsa öksürüyorum" dedi. Sesi de titriyordu.
Sonra kalkıp "Biraz dertlerinizden sıyrılıp, beni de doktora götürün" dedi. Sanki istenen bir oyuncağın yalanla ertelenmesi gibi, "Yarın" dediler...
O an gözlerine, göz yaşı böceği kondu da, tam sokacakken vazgeçti.
Herkeste bir gerginlik vardı. Sanki az bir zaman geçecek, bir zil çalacak ve kahvaltılarını dahi edemeden vedalaşmak zorunda kalacaklardı. Belki de sırf bu endişe ile, daha çok zamana mal oluyordu en küçük işler bile.
En sonunda toparlanıp kahvaltı sofrasına oturabildiler. Sesi, susmak bilmiyordu. "Ne yiyeceksin?" diye sordular. "Üç zeytin, beş üzüm tanesi, biraz da ekmek" cevabını verdi. Hazırlandı tabağı. Lokmaları boğazına bir bir diziyordu herkes. O hariç. Onun tabağındaki üç zeytin, beş üzüm tanesi taş oluyordu taş. Nefes yolunu dahi tıkıyorlardı sanki.
"Size birşey anlatacağım" dedi. "Sus da yemeğini ye" dediler. Sanki bir anda aile saadetlerine ihanet ettiler. O boncuk gözler, nasıl kan doldu, nasıl dondu bir bilseniz.
"Biraz da beni doktora götürün dedim size. Beni dinlemediniz. "dedi... Süzüm süzüm süzüldü yaşlar. Dert anı! Aslında hepsi biliyor ve hissediyorlardı ki, bu yokluk ya da bu yolculuk en çok onu yaralayacak. Sararan umutlara hayat vermek istercesine, dudaklar açılmak istendi. En ünlü ressamların dahi çizemediği bir kompozisyon oldu sözler. Sadece susuldu.
Sessizlik uzun sürmüş olacak ki, gözler bir duvardaki saate değince, yine başladı koşuşturma. Çantalar kontrol edildi. Kapıya kadar getirildi. Son bir kez koşarak sarıldı kollar.
...
Zaman geçti. Gülmedi yüzü. Hep telafi edilmeye çalışıldı yokluk, çabaların adı nafile ile anıldı.
En çok neydi özlemi biliyor musunuz?
Annesinin kokusu...
Oysa biz hep yar'e yazmıştık değil mi?
Sonra, bir gün annesizliğini bilen bir arkadaşı teklifte bulundu ona."Bana en sevdiğin oyuncağını ver, ben de sana annemin kokusunu vereyim."
Kulaklarına inanamadı. "Tamam" dedi. "Tamam, istersen hepsini veririm"
Anlaştılar...
Annesinin kokusunu satacak olan, gidip durumu annesiyle paylaştı. Kadıncağız da ortak oluverdi böylelikle bu yalana. "Git arkadaşına söyle, babasından izin alsın, birlikte bizim evde oynayın. Ben de kokumdan veririm" dedi. Kabul etti, arkadaşını çağırdı çocuk.
...
Zaman geçti. Oyunlar oynayıp, yemek yediler. Anne kokusu duyacağı için sabırsızlanıyordu. "Size" dedi, "Size sarılabilir miyim?" "Tabi ki" dedi kadın. Kollarını açtı sonsuz.
Birden aniden... Tam da sarılmışken... İtti kollarıyla kadını çocuk. "Siz" dedi, "Siz annem gibi korkmuyorsunuz ki" ağlamaya başladı hepsi...
Biri geri alınacağını sandığı oyuncağa.
Biri çocuğun özlemine.
Biri anne hasretine.
Üzüldü çocuk.
Sustu.
Çocuk yerine bile konmamıştı aklı sıra. Konsa, annesiz kalır mıydı hiç?
Dedim ya hayat bazen özlemektir.
Küçük bir çocuk olsan bile, özlem yüreğe düşünce, elma şekerine bile küsmektir.
Kül Kedisi